Ancak ortada bir protokol yokken ve eczacı adına sözleşme yapma yetkisi yasal mevzuatta Türk Eczacıları Birliği’ne verilmiş olmasına rağmen sektör temsilcilerinin düşüncesi alınmadan yürürlüğe konulan bu tek yanlı uygulama ile eczacı mağdur edilmiştir
Eczacılar ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı arasındaki protokolün süresi yarın sona eriyor.
Taraflar arasındaki görüşmeler devam etse de, yeni protokolün imzalanması kolay görünmüyor.
Hükümetin iflas eden sağlık politikaları ne yazık ki bu konuda da kendini gösteriyor. 2005 yılından bu yana sağlıkta dönüşüm politikalarını hiçbir tedbir almadan uygulamaya koyan hükümet, bunun bütün ağır faturasını eczacının sırtına yüklüyor.
Tablo trajiktir:
11 yıldan bu yana ilaç fiyatları 572 kez düşmüş, eczane raflarından bedelsiz kamulaştırma yapılmış, eczanelerin geliri her gün azalırken, artan masraflar karşısında eczacı kaderine terk edilmiştir.
Türkiye kişi başı ilaç harcaması bakamından 34 OECD ülkesi arasında son sıradadır. OECD ortalaması 527 dolar Türkiye için bu rakam 140 dolar civarındadır.
Bugün eczanelerimizin yüzdesel olarak yarısından fazlası “düşük cirolu eczane” dediğimiz kategoride yer almaktadır ve kapanma riskiyle karşı karşıyadır.
Bu durum kamunun da tercih etmemesi gereken bir durumdur. Nitekim eczaneler hastaların ücretsiz ve kolayca ulaşabileceği bir ön tanı, basit rahatsızlıkların tedavisi ve ilaca ulaşma noktalarıdır.
Bu noktaların sayısının radikal biçimde azalması, geç kalınmış tedaviler, erken teşhis olanaklarından yoksun bırakılma, ilaca erişememe gibi sorunlara yol açacak ve toplam sağlık tablosunu kötüleştirecektir.
Eczane Ekonomileri Profil Araştırması’na göre eczanelerin % 63,8’i gibi büyük bir çoğunluğunun ekonomik kırılganlığa sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Eczacıların % 54,8’i kredi kullanmakta; kredi kullanan eczacıların % 66’sı ise sürekli olarak kredi almak zorunda kalmaktadır.
Eczacı, eczanesinin ekonomik sürekliliğini sağlayabilmek için borçla yaşamaktadır. Ciro kaybı ile ters orantılı olarak artan eczane giderlerinin eczacı üzerinde yarattığı basınç tahammül edilemez boyutlara ulaşmıştır.
Türkiye’nin dört bir köşesinde 79 milyona yakın yurttaşımıza ve mültecilere hizmet veren eczaneler 2005’lerden devleti her yıl en az 276 milyonluk personel maliyet yükünden kurtarmaktadır.
Buna karşılık kamu adına yaklaşık 3 milyar TL toplayan eczanelerin içinde bulunduğu darboğazın gittikçe derinleşmesinin sağlık sistemini ve toplum sağlığı getireceği zarar çok büyük olacaktır.
SGK ile yapılan görüşmeler de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu tabloyu göze almamaktadır. Oysa vereceği rakam bir lütuf değil eczacının hakkıdır.
Peki görüşmelerde eczacılar ne istiyor?
Eczacılar yaşamak ve ayakta durmak istiyor. Bunun için de:
Kar oranlarının arttırılmasını,
SGK ıskontolarının toplam ciro üzerinden değil, SGK cirosu üzerinden yapılmasını,
Satış hasılatı baremlerinin arttırılmasını,
Iskonto oranlarının düşürülmesini,
Reçete başına hizmet bedelinin arttırılmasını,
Muayene ücretlerinin eczacılar üzerinden tahsilatının kaldırılmasını,
Majistral tarifede ( Eczanelerden üretilen ilaçlar için tarife) yer alan fiyatların güncellenmesini,
Mobil reçetelerde reçete başı hizmet bedeli ödenmesini,
Verdikleri ek hizmetler için meslek hakkını tanınmasını talep ediyor.
Ancak bu konularda şu ana kadar bir uzlaşma sağlanamadı. Bakanlık taleplerin sadece yedide birine onay verdi.
Eğer protokol imzalanması halinde eczacılar kadar hastalar da büyük sıkıntı içine düşecek.
Çünkü eğer protokol imzalanmazsa halkımız ilacını parasıyla alacak ve ilaca ödediği tutarı da fatura karşılığında Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan tahsil etmek zorunda kalacak. Bu da yurttaşlarımıza ağır bir külfet getirecek.
Haliyle akla “Parası olmayan ne yapacak?” sorusu geliyor. Sorunun yanıtını AKP’nin sağlık politikalarında gizli: Parası olmayan da maalesef başının çaresini bakmaya çalışıyor.
Bununla birlikte; yarından itibaren mültecilere verilen ilaçlar da protokol yapılmadığı için kesintiye uğrayacaktır. Bu konudaki sorumluluk da AFAD’ da olacaktır.
Mültecilere ilaç hizmetinin tüm Türkiye genelinde aksamadan sürdürülmesi için Türk Eczacılar Birliği’nin Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) nezdindeki tüm girişimlerine rağmen, muhatabın sorumluluktan kaçan tavrı nedeniyle şimdiye kadar bir türlü bir protokol imzalanamamıştır.
Ülkemize sığınan ve kamplarda yaşayan mültecilerin ilaç ve sağlık hizmetlerinden faydalanabilmesi için özellikle sınıra yakın Bölge Eczacı Odaları, 12 Ekim 2015’e kadar Afet İl Müdürlüğü ve Valilikler ile koordineli bir biçimde, ilaç hizmetini kademeli olarak sağlamışlardır.
12 Ekim 2015 tarihinde ise geçici koruma statüsündeki yabancılar için ilaç hizmetinin tüm Türkiye çapında sürdürülmesine yönelik Başbakanlık genelgesi yayınlanmıştır.
Ancak ortada bir protokol yokken ve eczacı adına sözleşme yapma yetkisi yasal mevzuatta Türk Eczacıları Birliği’ne verilmiş olmasına rağmen sektör temsilcilerinin düşüncesi alınmadan yürürlüğe konulan bu tek yanlı uygulama ile eczacı mağdur edilmiştir.
AFAD, SGK ve valilikler arasında mültecilere ilaç hizmeti konusunda yaşanan yetki karmaşası eczacıya yansımış, ekonomik olarak ağır bir yara açmıştır.
Gelinen aşamada gittikçe artan sayıda insana verilen bu hizmetin eczaneler için finansal sürdürülebilirliği açısından hukuksal bir zemine oturtulması zorunlu hale gelmiştir.
Ama tüm uyarılara rağmen bugüne kadar yapılamamıştır. Ne mültecilerin ne de eczacıların büyük bir sıkıntı yaşanmaması için hükümetin bir an önce adım atması gerekmektedir.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki;
Yarın saat 17.00’ye kadar protokol imzalanmaz ise eczacılar büyük bir üzüntü duyarak ve çaresiz kalarak SGK’lı hastaların reçetelerinden tam ücret almak zorunda kalacaktır. En büyük mağduriyeti ise yine hastalar çekecektir. Bunun sorumlusu da yine AKP Hükümeti olacaktır.
Yorum Yazın