PATRON-İŞÇİ İLİŞKİSİ
GÜNDEMİŞ GÜVENLİĞİ VE ÜRETİM BİRBİRİNİN KARŞITI MIDIR?
Tarih = 301 MAYIS 2014…(bölüm 2)
Değerli Somalılar, acımız çok büyük. Bugün geldiğimiz noktada konuya çok geniş açıdan ve ana hatlarıyla bakmanın, yurttaşlarımız açısından da faydalı olabileceğini düşünüyorum. Sorunumuz sistem sorunudur. Her sistem kendi insan tipini yaratır ve yaratmıştır. Konuya ilişkin yazdıklarımın kişilerden çok, yapısal sorunlara dönük olduğunu da belirtmek isterim. Düne ilave olarak düşüncelerim şöyledir.
PATRON-İŞÇİ İLİŞKİSİ
Vahşi kapitalizmin en yüksek miktarda üretim en yüksek oranda kar elde etme düşüncesiyle, iş güvenliğinden ve işçi maaşlarından tasarruf ederek vardığı nokta ortadadır. 301 can. Sonuç olarak kar edilmiştir ama insan yaşamından tasarruf edilerek bu yapılmıştır. Türk-iş başkanı diyor ki; TKİ yetkililerine göre en fazla 1.5 milyon ton üretim yapılabilecekken 3, 3.5 milyon tona çıkarılmış üretim. 400 kişinin çalışmasına uygun bir sahada 800 kişi çalıştırılmış. Peki, bunları siz bugün mü öğrendiniz? Patronun sınırsız kar etme hırsının önüne çıkması gereken en önemli güç sendikalar değil miydi?
Konuştuğum bir işçi bana şunu söyledi. “Bandın makarasını bandı durdurmadan değiştiriyorduk ağabey” Böyle bir işletmede herhalde makinelerin bakımları düzenli yapılıyor muydu gibi bir soru sormaya da gerek kalmıyor. Vardiya değişikliklerinin yer altında yapılması isteniyor. Neden? Çünkü yer üstünde olursa 10 dakika üretim gecikir maazallah.
İşçilerin söylediğine göre bir günlük eğitimden sonra ertesi gün işbaşı yaptırılıyordu. Ama kağıt üzerinde meslek yüksek okulunda 5 günlük eğitim almış görünüyor tüm işçiler. Kitabına uydurulma hali…
Yeraltında mazotlu taşıtların kullanıldığını duyduğumda öncelikle inanmamıştım. Ama aynı şirketin diğer ocağının işletme müdürü de bunu doğrulayınca pes demekten başka çare kalmıyor. Bu derece önemsiz bir durum, iş güvenliği.
Madenlerde çalışmak zorunda kalan işçilerin karşısındaki ikinci seçenek ise işsizlik. Ya madende kelle koltukta çalışacaksınız ya da işsiz kalıp dileneceksiniz. Bunu patron çok iyi kullanıyor ve işçi sıkıntısı çekmediği için işçi maaşlarını ve iş güvenliği konularını istediği noktalarda tutuyor, tasarruf (!) ediyor ve karını bu yolla maksimize edebiliyor.
Alt taşeron denilen belki de üretimin en önemli unsurunu atlamak mümkün değil. İşletme müdürlerine göre taşeron yok, “ekip şefi” var. Bunlar topladıkları 50-80-100 kişilik işçi gruplarını müdüre götürüyorlar. Bu işçiler işe başlıyor. Bu alt taşeron, dayı başı ya da ekip şefi denen kişiler getirdikleri, bu işçilerin yaptıkları üretimden sorumlular. Belli bir miktar ton kömür üretim taahhüdü ile anlaşma yapılıyor. Her alt taşeron kendi ekibinin ürettiği ton başına prim alıyor. Daha çok üretim için işçiyi zorluyor, bu yolla hem kendi primini yükseltiyor hem de patron daha çok kazanıyor. Memnun olmadığı işçiyi kapının önüne koyuyor. Bu yolla ortalama bir işçi maaşı 1200-1300 TL iken dayı başıların maaşları 10-20 bin TL. Civarlarında seyrediyor. İşte kurulan köle düzeninin işleyişi kısaca bu.
Böylesine gözleri kar ve para bürümüş bir düzende işçi sağlığı ve iş güvenliğinin akla gelebilmesi, gelirse de bu konuda bütçe ayrılabilmesi söz konusu olmuyor.
BÜROKRASİ YANİ ELİ, TKİ BU İŞİN NERESİNDE?
Bu madende üretimin Hizmet alımı yöntemiyle yapıldığı ortaya çıktı. Ortaya çıktı diyorum çünkü toplumun büyük kesimi hatta sendikacılar bile (!) Rödovans denilen kiralama sistemiyle üretim yapıldığını sanıyordu. Farkı şu. Rödovansta her türlü, kaza, üretim, idari, sorumluluk tamamen işyerine ve işletmeye aittir. Hizmet alımında ise kömür sahasının ruhsat sahibi TKİ olduğu için, Üst işveren olarak burada gerçekleşen kaza, işçi hakkı ihlalleri vb. konularda sorumluluk sahibi TKİ yani devlettir.
Bu noktada soruşturmanın neden bürokratlara sıçramadığı sorusu akla geliyor. Tahmin edilen ihtimal ise sözleşmeye eklenmiş olabilecek ve bürokratları sorumluluktan kurtaran bir ek maddenin olması durumu. Bu konudaki karışıklığı ELİ müessese müdürlüğü, bir çırpıda giderebilir aslında. Sözleşmeyi çıkarıp kamuoyu ile paylaşacak. Tüm tartışmalar bitecek. Ama neden korkuluyorsa bu yapılmıyor. Umudumuz savcılığın bu konudaki soruşturmasında…
Bir başka önemli konu da ELİ müdürü ve üst düzey yöneticilerinin sık sık övünerek dile getirdikleri ELİ’nin yüksek miktarda kar ettiği konusudur. Bu konu da aslında özel işletmelerin kar etme hırsı kadar devletin ve dolayısıyla kurumlarının da kar etmeyi, ne pahasına olursa olsun kar etmeyi düşündüklerini bize göstermektedir. Devletin yer altı işletmeciliği yaptığı dönemde tonunu 130 dolar civarına mal ettiği kömürü özel şirket nasıl oluyor da 25 dolar civarına mal edebiliyor? Bu soruyu TKİ ve ELİ kendi kendine hiç sormadı mı? Elbette sordu. Peki cevabını bilmiyor muydu sayın yetkililer? Elbette biliyordu. Cevap açık. İş güvenliğinden, işçi sağlığından, işçi maaşlarından ve elbette insan hayatından tasarruf ederek bu maliyet yakalanabiliyordu. Üç maymunu oynayan devlet, kurumlar ve onların yetkilileri, şimdi vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında hiç rahatsızlık duymuyorlar mı?
Emir aldık yapacak bir şeyimiz yoktu dediklerini duyar gibiyim. ELİ elde ettiği karın önemli bölümüyle fakir fukara kömürünü tüm Türkiye’ye dağıtıyor ve AKP’nin yoksul halktan oy alabilmesi adına fukaralığı sömürme siyasetinin önemli bir örneğinin yaşanmasına aracılık ediyordu. Devlet kurumları, halkının emeğinin sömürülmesinde bir üst yapı oluşumları olarak yerini almış oluyordu.
Kısaca söylemek gerekirse kömür emekçisinin sırtına binmiş kar eden dört unsur şunlardır:
1-Dayı başı, ekip başı ya da alt işveren de denilen kişiler
2-Özel maden işletmesinin patronu, sahipleri
3-ELİ ve TKİ gibi kara geçmeleriyle övünen devlet kurumları
4-Sendika
Acı ama gerçek, bu dört unsur tüm varlığını ve karlılığını maden işçisinin emeğine borçludur.
İŞ GÜVENLİĞİ VE ÜRETİM BİRBİRİNİN KARŞITI MIDIR?
Ne yazık ki böyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Ne zaman iş güvenliği tedbirleri arttırılmalıdır diye bir cümle kurulacak olsa ama bu madenlerde üretim yapılmak zorundadır cümlesi ekleniyor. Bundan şunu anlıyoruz. İş güvenliği tedbirleri yeterli olmadan üretim yapılmaya o kadar alışılmış ki bu konuda bir denetim olursa madenlerin kapanacağı ve dolayısıyla üretimin duracağı bir tehdit gibi ekleniyor.
Bir ülkenin yer altı kaynakları o ülkenin zenginliğidir. Ve bu zenginlik yerüstüne çıkarılmadan da bir anlam ifade etmemektedir. Kuşkusuz üretim yapılmalıdır. Bu güne kadar üretimin yapılma koşulları iş güvenliğinin çok eksik olduğu koşullardır. Şimdi ise çalışma şartları bu kadar kötü madenlerin denetlenmesi istenmemektedir. Eski kara düzende üretime devam edip belli aralıklarla madenci kayıplarını fıtrat deyip geçiştirmenin yolları aranmaktadır.
Oysaki tam tersine iş güvenliği tedbirlerinin alınması ve üst düzeye çıkartılması üretimin daha iyi koşullarda yapılmasını ve kalıcı, uzun süreli ve güvenceli bir iş yaşamının da tesisini sağlamış olacaktır. Yani iş güvenliği ve uzun süreli verimli üretim birbirinin düşmanı değil birbirinin kardeşidir.
Sonuç olarak, belki daha söylenebilecek çok şey var. Ayrıntılarda, teknik olarak, hukuki olarak, siyasi olarak pek çok konu dile getirilebilir. Ancak kalın çizgide ve özetle söylenebilecekler bunlardır diye düşünmekteyim. Allah böyle bir acıyı bir daha bu millete yaşatmasın diyoruz kuşkusuz. Ama dua yetmez, akıl ve tedbir gerekir.” Fıtrat” deyip kimse, kendi yükümlülük ve sorumluluğunu yüce yaratanın üstüne yıkmaya çalışmasın. Bu çok günahtır, ayıptır, yazıktır.
Saygılarımla
CHP SOMA İLÇE BAŞKANI
MURAT BAYRAMOĞLU
İlginizi Çekebilir