CHP ERDOĞAN TOPRAK 1 HAFTALIK RAPORU
GÜNDEMTÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ 01 ŞUBAT 2021 GÜNDEM 1. Üretici terörist, “esnaf zalim” ilan edilirken, TZOB ve TESK’ten ses çıkmıyor! 2. Bir neslin hayatını kararttığının farkında olan İKTİDAR, Z kuşağı korkusu yaşıyor! DIŞ POLİTİKA 3. Türkiye ile Yunanistan arasında başlayan istikşafi görüşmelerin ilki 25 Ocak’ta gerçekleştirildi. Toplantı sonrası tatmin edici bir açıklama olmadı! 4. ABD ve BM’den tüm yabancı asker ve silahlı birimlerin Libya topraklarını terk etmesi çağrısı! 5. New START silahsızlanma anlaşmasının süresi Putin ve Biden’ın onayıyla beş yıl daha uzatıldı. 6. Rusya, Çin, ABD Balkanlarda etkinliğini artırıyor. Şimdi bu rekabete Kosova’da diplomatik ilişkiler başlatan İsrail de katılıyor! 7. AİHM, 2020 yılı dava, duruşma ve ihlallere ilişkin olarak bir rapor açıkladı. Türkiye, 11 bin 150 dava başvurusuyla ikinci sırada yer alıyor. EKONOMİ 8. Türkiye’de montaj telefon üretecek markalara gümrük muafiyeti, teşvik ve istisnalar sağlandı! 9. Ünlü markaların YERLİ ÜRETİME geçeceğini savunan iktidar, yerli ve milli cep telefonunun 24 yıl önce üretildiğinden bihaber! 10. MB, 2021 yılının ilk enflasyon raporunda, yılsonu enflasyon beklentisini değiştirmedi: Yüzde 9,4! 11. Ekonomide “yeni dönem” diye ilan edilen sürecin ve uygulamaya konulan politikaların bir IMF programı olduğu anlaşılıyor! 12. IMF ile yüklü bir kredi karşılığında resmi STAND BY anlaşmasına gidilmesi şaşırtıcı olmaz! 13. Özel İletişim Vergisi’nin yüzde 7,5’tan yüzde 10’a çıkartılması, halka, öğrenci-öğretmenlere, gençlere, topluma kötülük ve salgın fırsatçılığıdır! 14. Pek çok ülke salgında interneti ücretsiz, cep telefonu faturalarını indirimli hale getirirken, iktidar vatandaşa otomatik vergi salıyor! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 2 1. İktidar yüksek enflasyon ve artan gıda fiyatları karşısında yapısal ve planlı önlemler almak yerine baskınlar, cezalar, bürokratik kurullar eliyle suçlu yaratmaya çalışıyor, manavı, kasabı, marketi zulümle itham edip, ağır ceza tehditleri savuruyor. Sadece ayçiçek yağı ithalatına ödenen 3,5 milyar dolar, iktidarın tüm tarımsal üretime sağladığı destekten daha fazla. Üretici terörist, esnaf zalim ilan edilirken, TZOB ve TESK’ten ses çıkmıyor! İktidarın 19 yıl boyunca uyguladığı tarım ve hayvancılık politikalarıyla büyük bir çöküşe giren ülke üretimi, üretimin yetersizliği karşısında artan fiyatlar, alım gücünü aşan etiketler karşısında iktidar şaşkınlık içinde. Yine polisiye önlemler, baskınlar, para cezaları, tehditlerle üretici ve esnaf iktidarın ekonomiyi yönetmekteki beceriksizliğinin, politikasızlığının suçluları olarak itham ediliyor. Temel gıda maddelerinin fiyatlarındaki artışın sorumlusu olarak kasabı, manavı, bakkalı ve market esnafını suçlayan CB Erdoğan; “İşinizi yapın, vatandaşa zulüm etmekten vazgeçin” diyor. Günü birlik önlemlerle, zabıta, polis, valiler eliyle fiyat kontrolü sağlamaya yönelerek Ankara’da oluşturduğu ‘Fahiş Fiyat Kontrol Komitesi, Haksız Fiyat Denetim Kurulu, Gıda Kontrol ve Denetim Heyeti’ gibi bürokratik mekanizmalarla sorunun gerçek temellerini görmeksizin günü kurtarmaya çalışıyor. - 2019’daki soğan, patates gibi bugün de fahiş fiyatın, zamların, enflasyonun simgesi Ayçiçek Yağı oldu. TÜİK verilerine göre yıllık enflasyon yüzde 14,6 olarak açıklanırken, yine TÜİK enflasyon sepetinde ayçiçek yağının fiyatı son bir yılda yüzde 60 zamlandı. Memur, işçi, emeklinin maaşı ise sözde enflasyon farkıyla birlikte yüzde 7,30- 8,30 arttı. Artık polis ‘yağ hırsızları’ yakalıyor. Şimdi iktidar Ayçiçek yağı başta olmak üzere un, şeker, bakliyat fiyatlarını düşürmek için PTT AVM’den yağ satışına başladı. Üretim yoksa PTT’de ucuza satılacak pahalı ürünün gerçek fiyatıyla satış fiyatı arasındaki fark hazineden sübvanse edilecek demektir. Üretim yoksa kısa süre sonra PTT AVM’de de ayçiçek yağı bulunamayacak demektir. Yani farkı hazine ödeyip, ucuza yağ satılacak ancak bu kez hazinenin açığı borçla kapatılıp, yükü yine bütçeye, vatandaşın sırtına yıkılacak. Aynısını 2019 yerel seçimlerinde de yaptılar. PTT AVM’de, Tanzim Satış çadırlarında maliyetinin altında fiyatlarla satılan ürünlerin fiyat farkı hazine ya da seçim kazanma peşindeki AK Parti’li belediyelerin bütçesinden karşılandı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 3 Yıllardır her sıkıştıklarında çözümü ithalat kapılarını açmakta bulan iktidar, uyguladığı bu tarım ve hayvancılık politikalarıyla ülkeyi bugüne getirdi. Şimdi döviz kaynakları da kurutulduğu için ithalat silahını kullanamayınca, üreticiyi, esnafı cezayla tehditle sindirmeye, zoraki ucuzluk sağlamaya yöneldiler. Türkiye’nin en temel sorunu üretimsizlik! Türkiye tarımda, hayvancılıkta, gıda mallarında üretimden kopartıldı. Yerli üretici iktidar tarafından terk edildi. Üreticinin ihmal edilmesi, yok sayılması, desteklerin verilmemesi. Geçtiğimiz Mart ayından bu yana neredeyse bir yıldır salgın nedeniyle alınan önlem, destek, borç, hibe desteği, nakdi destek kararlarının hiç birisinde tarıma, üreticiye yönelik bir şey yok! Türkiye’nin ekilebilir arazilerinin 3 milyon hektarı boş. Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı çiftçi, üretici sayısı her yıl geriliyor. İktidar, tarlasını ekemeyen yerli üreticiyi sefalete terk ediyor. Yerli üretim geriledikçe açık ithalatla kapatılıyor. Dövizdeki kur artışlarıyla ithal etin, sütün, buğdayın, ayçiçeği tohumunun, samanın fiyatı katlanıyor, maliyetler karşılanamaz hale geliyor. İktidar neredeyse tüm tahıllarda, yağlarda, et ürünlerinde, bakliyatta gümrükleri sıfırladı. Ardından sıfır gümrükle ithalat süresini yılbaşından itibaren yine uzattı. Yine ucuzluk olmadı. Olmaz da… Tek çözüm yerli üreticiyi desteklemek, her türlü desteği vererek üretimi artırmak, ürünü bollaştırmak, esnafın-çiftçinin-üreticinin vergi yükünü azaltmaktır. Salgında açıklanan sözde destek paketlerinin hiçbirisinde tarıma, üreticiye tek kuruş yok. Tarımsal ürünlerin ithalatında gümrük vergisini sıfırlayıp yabancı üreticiye milyar dolarlar ödeyen iktidar, yerli üreticinin, esnafın, kamyoncunun KDV’sini, ÖTV’sini, Gelir Vergisini, düşürmeyi, sıfırlamayı düşünmediği gibi bir de hain ilan ediyor. Eğer iktidar enflasyonu, gıda fiyatlarını düşürmek, halkın alım gücünü aşan, insanları açlıkla burun buruna getiren zam yağmurunu dindirmek istiyorsa, öncelikle kendi yaptığı köprü, otoyol, tünel, elektrik, doğalgaz, DSİ sulama ücreti vb. zamlarını, vergi artışlarını, derhal geri çekmeli, temel gıda maddelerinde, akaryakıtta, KDV, ÖTV’yi en az bir yıl süreyle sıfırlamalıdır. Hal Yasası süratle meclise getirilmeli, komisyon ve diğer kesintiler düşürülmelidir. Tarımsalhayvansal üretime verilen destekler, sübvansiyonlar artırılmalı, orta ve uzun vadeli üretin planlamaları yapılmalı, destekleme politikaları ve miktarları ürün ekim sezonu öncesinde ilan edilerek üreticiye alım garantisi verilmeli, ürün bedelleri avans olarak peşin ödenmelidir. Türkiye’nin üretim ve gıda güvenliği, ucuz ve sağlıklı gıdaya ulaşım, tek kişinin keyfine ve kararlarına bırakılamayacak kadar önemli ve hayatidir.” ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 4 2. İktidar, bir yandan ‘seçim 2023 Haziran’da’ derken diğer yanda seçim gündemiyle kongreler düzenliyor, yeni ittifak arayışlarıyla için kapı kapı geziyor. Örgütlerine ‘Z kuşağı geçmiş dönemleri bilmiyor, onlara anlatın’ talimatı veriyor. Oysa iktidara geldiklerinde doğan çocukların şimdi 19 yaşında olduğu bir nesil, 19 yıldır sadece bu iktidarı biliyor. Bir neslin hayatını kararttığının farkında olan İKTİDAR, Z KUŞAĞI KORKUSU YAŞIYOR! Demokrasilerde seçmenin, muhalefet partilerinin yasal ve en doğal hakkı olan seçim talebi, iktidarı ürkütüyor. Seçim için iki üç yıl sonrasını işaret eden iktidar, Cumhur İttifakı’nın sandıktan çıkamayacağını biliyor. Eski dost ve ağabeylerin evlerini ziyaret edip, ‘ittifak genişletme’ faaliyetleri yürütüyor. Yıllardır gömlek değiştirerek, önce kendisini AB’deki Hristiyan Demokratlar ile aynı çizgide tanımlayıp, ‘Muhafazakâr Demokrat’ ilan eden, ardından ‘Açılım gömlekleri’ giyip, Roman, Ermeni, Kürt, Alevi açılımlarıyla sahneye çıkan, Milliyetçilik gömleğini topyekûn reddedip, ‘Ayaklarımın altına alıyorum’ diyen, okullarda ‘Andımızın’ okunmasını men eden kendileriydi. Yönettikleri belediyelerde, kamu kurumlarında, kamu bankalarında tabelalardan ‘T.C.’ ibresini söken kendileriydi. Bu kadar çok gömlek değiştiren bir siyasi çizgiden tabii ki ilkeli olması beklenemez. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son açıklamalarından anlaşılıyor ki, kaybetme korkusunun altında bir başka büyük endişe ve kâbus daha var. O da 19 yılda hayatını kararttıkları bir nesil; Z Kuşağı! Parti örgütlerine ‘Z kuşağı geçmişte olanları bilmiyor, onlara anlatmalıyız’ talimatı veriyor. ‘dindar ve kindar nesiller yaratmaktan’ söz eden de kendileriydi. 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında iktidara geldiklerinde doğan çocuklar şimdi 19 yaşında. 4 yaşında olanlar 25 yaşında. 19 yıldır Erdoğan yönetimi altında yaşıyorlar. Bilişim, dijitalleşme ve internet çağı nesilleri daha üç gün önce kendilerini yönetenlerin internete ilave vergi getirdikleri haberiyle uyandılar. Milyonlarca genç işsizler ordusu yarattılar ve dilimize ‘Ev genci’ kavramını kazandırdılar. Seçim hangi tarihte yapılırsa yapılsın seçmenlerin yüzde 16-17’sini Z nesli oluşturacak. Yokluk, yoksulluk, işsizlik, yasaklar, tehditlerle yönettikleri, gözaltı ve tutuklamalara muhatap ettikleri milyonlarca genç. Ülkeyi ayrıştırıp, kamplaştıranların, her gün bir yeni düşman yaratarak, kendi bekalarını ülkenin bekası gibi pazarlayıp, topluma korku salanların, şimdi kuşakları çatıştırarak iktidarlarını idame ettirme senaryolarını sadece Z kuşağı değil, halkın güçlü iradesi bozacak! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 5 3. Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleştirilen Ege ve Doğu Akdeniz başlığı altındaki sorunların ele alındığı istikşafi görüşmelerde hangi noktaların öne çıktığı konusunda bir açıklama yapılmadı. Gerek Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın açıklamalarından ve gerekse MSB Hulusi Akar’ın 2 Şubat’ta Berlin’e giderek temaslarda bulunacağının duyurulmasından, bazı ödünlerin gündemde olduğu, AB’NİN BU KONUDA BASKISINI ARTIRDIĞI anlaşılıyor! Türkiye ile Yunanistan arasında yeniden başlayan istikşafi görüşmelerin ilki 25 Ocak’ta İstanbul’da gerçekleştirildi. Toplantı sonrası tatmin edici bir açıklama olmadı. Buna karşılık iktidarın görüşmeler öncesi attığı bazı adımlar, bir takım ödünlerin söz konusu olabileceğinin işaretlerini veriyor. Öyle ki Yunanistan heyetinin temsil düzeyi ile Türkiye heyetinin temsil düzeyi arasındaki fark bile iktidarın bu konuyu en üst düzeyde ele aldığını, pazarlığa hazır olduğunu gösteriyor. İktidarın bu görüşmeler öncesinde Oruç Reis gemisini Antalya Limanı’nda bakıma almanın ardından Barbaros sismik araştırma gemisinin de limana çekilmesi bu açıdan geri adımlar olarak görülebilir. Nitekim Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas anlaşıldığı kadarıyla Ankara ziyaretinde bir takım sözler almış olmalı ki, Aralık ayındaki AB liderler zirvesinde Türkiye’ye yönelik yaptırımları genişletme yönünde alınan karar çerçevesinde yaptırım listesine bazı kişi ve kurumların ilave edilmesi konusunun şimdilik askıya alındığını, Türkiye’nin tavrının olumlu olarak değerlendirildiğini açıkladı. Her ne kadar iktidar medyasında bu durum ‘AB’den geri adım’ başlıklarıyla yer alsa da kanımca iktidar Ege ve Doğu Akdeniz’deki süreçler konusunda geri adım attı. Müzakerelerinin hemen sonrasında Milli Savunma Bakanı Akar’ın 2 Şubat’ta Berlin’e gideceğinin ve Alman mevkidaşı Annegret Kramp-Karrenbauer ile bir araya geleceğinin duyurulması, dikkat çekti. Almanya Savunma Bakanı, Türkiye ile Yunanistan arasında başlatılan istikşafi görüşmeleri memnuniyetle karşıladıklarını Türkiye’nin tavrını gerilimi azaltma yönünde değiştirmesinin olumlu olduğunu belirtti. Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarını hiçbir şekilde tartışmayacağını ilan etmesi ve 25 Ocak öncesinde İyon Denizi’nde karasularını 12 mile çıkartma kararı alarak Yunan parlamentosundan geçirmesi yanında, Ege ve Doğu Akdeniz için bu kararın emsal olacağını savunması, kritik hamlelerdi. İktidarın buna karşı bir tepkisi olmadı. Tam aksine sergilenen tavır bir alttan alma tavrı olarak ortaya çıkıyor. İktidarın süreci yumuşatarak mart ayında gerçekleşecek olan AB Liderler Zirvesi’nden yaptırım kararlarının çıkmasını engellemeye çabaladığı gözleniyor! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 6 4. BM Genel Sekreteri, tüm yabancı asker ve silahlı birimlerin Libya topraklarını terk etmesi çağrısı yaptı. ABD’nin BM Büyükelçisi ise doğrudan isim vererek Türkiye ve Rusya’nın Libya’daki askerlerini ve destekledikleri paralı milis güçlerini çekmeleri yönünde açıklamada bulundu. Biden yönetiminin Libya’da farklı ve aktif bir tutuma gireceğinin işaretlerini veren bu açıklamalar karşısında İKTİDARIN SUSKUN KALMASI dikkat çekicidir! Libya’da giderek hızlanan siyasi çözüm gelişmeleri Mısır ve Tunus ev sahipliğinde yapılan karşılıklı müzakerelerle ciddi ilerlemeler kaydederken, 28 Ocak’ta BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) görüşmeleri ardından yapılan ortak yazılı açıklamada “yabancı ve paralı askerlerin ülkeden çekilmeleri ve Libyalıların, uluslararası aktörlerin de silah ambargosuna ve ateşkes anlaşmasına saygı göstermeleri' çağrısında bulunuldu. ABD'nin BM Büyükelçisi Richard Mills de bu açıklamaların akabinde bir açıklamada bulunarak Türkiye, BAE ve Rusya’ya seslendi. Yabancı paralı askerler ile onların Libya'da görevlendirdiği, finans sağladığı, konuşlandırdığı ve desteklediği askeri unsurların çekilmesi çağrısında bulundu. Peş peşe gelen bu açıklamalar, Libya’da yeni bir aşamaya geçişin işaretlerini veriyor. Trablus ve Tobruk yönetimleri arasında varılan kalıcı ateşkes mutabakatının 6 aydır herhangi bir ihlal yaşanmadan sürüyor olması önemli. Bunun yanı sıra Mısır’ın ve Libya’nın diğer sınır komşusu Tunus’un sürece yoğun ve aktif bir şekilde müdahil olmalarıyla başlatılan siyasi çözüm müzakerelerinde tarafların hızla ilerleme kaydetmesi, 24 Aralık 2021’de seçim kararı alınması Libya’da barış zeminini güçlendiren gelişmeler. Yeni Libya anayasasına nihai şeklinin verilerek seçimlerden önce referanduma gidilmesinin kararlaştırılması çözüm sürecini daha da hızlandırdı. Ateşkes anlaşmasında şu ana kadar ilerleme kaydedilemeyen tek konu, yabancı askerlerin ve silahlı milis gruplarının üç ay içinde Libya’yı terk etmesi yönündeki mutabakat. Üç aylık süre dolmasına karşılık, bu yönde bir gelişme yaşanmadı. O yüzden de BM’nin ve BMGK’nın devreye girmesi Libya’daki tüm yabancı askerler ve silahlı gruplar için çekilmelerini sağlamak konusunda bir bağlayıcı karar alınması girişimi başlatıldı. Libya’daki askeri varlığının süresini 2 Ocak’tan itibaren 18 ay daha uzatma kararı alan Türkiye açısından bir handikap söz konusu olabilir. Ayrıca Rusya ve BAE’ye de bu yönde çağrı yapılması dikkate alındığında, şayet BMGK gündemine bu doğrultuda bir bağlayıcı kararın getirilmesi kanımca Rusya’nın vetosu ile karşılaşabilir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 7 Böyle bir veto diğer yanıyla da Libya’da devam eden, ilerleme sağlanan siyasi çözüm, barış, anayasa, referandum süreçleri göz önünde tutulduğunda Rusya’yı Libya’da savaştan yana tavır alması suçlamasıyla karşı karşıya bırakarak, uluslararası açıdan sıkışık bir duruma sokabilir. Tabii BMGK’dan olası Rusya vetosuyla Libya’dan yabancı askerlerin çekilmesi kararı çıkmasının engellenmesi, Libya tezkeresini 18 ay uzatan iktidar açısından bir avantaj, askeri varlığın sürdürülmesi zeminini sağlayacaktır. Ancak, bu noktada BM Genel Sekreteri ve BMGK üyesi 15 ülkenin açıklamalarına karşın ABD Büyükelçisinin Rusya ve Türkiye’yi isim vererek askerlerini çekmeye çağırmasını, Biden yönetimiyle birlikte ABD’nin Libya’da politika değiştirdiği şeklinde yorumlayabiliriz. Almanya’nın Berlin Konferansı kararlarıyla Libya’da inisiyatif aldığını, Fransa’nın devrede olduğunu dikkate aldığımızda ABD-AB ortaklığında Libya’da yeni bir sürecin altyapısının oluşturulduğunu anlıyoruz. İktidarın gerek son dönemde Libya’da Mısır’ın aktif tavrı ve ağırlığını artırması gerekse siyasi çözüm, anayasa, seçim konularındaki mutabakatlarda inisiyatif alarak rolünü güçlendirmesi karşısındaki sessizliği, BM ve ABD’den gelen ‘askerleri çekin’ çağrısı karşısında da devam ediyor. Gerçekte Libya’da süreç barış ve çözüme doğru ilerlerken, askeri çözümden yana tavır takınmak Türkiye’yi de BM ve uluslararası açıdan zor konuma sokacaktır. Rusya ise en baştan itibaren Tobruk yönetimi ve Libya Ulusal Ordusu (LUO) başındaki Mareşal Halife Hafter’e desteğinin dışında Trablus yönetimi ile de diyalogu ilerletme adımları atıyor. Geçtiğimiz günlerde de Tobruk ve Hafter’e destek veren Mısır, Trablus’a resmi heyet göndererek diyalog başlatmış, Trablus konsolosluğunun açılacağı açıklanmıştı. Yani Libya’da Türkiye dışındaki tüm ülkeler her iki tarafla da diyalog geliştirme, Libya’nın geleceğinde olası tabloya göre yerlerini muhafaza etme adımlarına yönelirken, iktidarın tüm kartlarını yalnızca UMH üzerine oynamasının ve Tobruk’u ‘gayrimeşru’ ilan etmesinin yanlışlığını sürekli şekilde vurguluyorum. Nitekim tam bu aşamada Tobruk Yüksek İdare Mahkemesi’nin Türkiye ile Trablus yönetimi arasında 2019 sonunda imzalanan Deniz Sınırlarının Belirlenmesi Anlaşmasını iptal eden bir karar vermesi dikkat çekicidir! Libya’da peş peşe yaşanan sıcak gelişmeler ve çözüm yönündeki olumlu ilerleyişle eş zamanlı verilen bu mahkeme kararı, önümüzdeki dönemde Libya’daki yeni tabloda Türkiye’nin imzaladığı anlaşmaların akıbetinin sorgulanacağını akla getirmektedir. Yakın gelecekte Türkiye açısından Libya ve Doğu Akdeniz’deki sürecin farklı boyutlara geçebileceğini öngörmekteyim. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 8 5. ABD’nin yeni yönetimi ile Rusya arasında ilk resmi temasta olumlu bir gelişme sağlandı. New START silahsızlanma anlaşmasının süresi Putin ve Biden’ın onayıyla beş yıl daha uzatıldı. Bölge ve dünya barışı için önemli bir konuda iki süper güç arasında ilk görüşmede anlaşmaya varılması, ABD-Rusya ilişkilerinin ilerleme kaydetmesi ve Türkiye’nin de her iki ülke ile ilişkileri açısından olumlu olarak değerlendirilebilir. Biden ile Putin arasında 26 Ocak’ta yapılan telefon görüşmesinde yeni ABD yönetimini tebrik eden Rusya Devlet Başkanı Putin, görüşmenin hemen ardından da süresi 5 Şubat’ta dolacak olan New START (Yeni Stratejik Silahların Azaltılması) anlaşmasının süresinin beş yıl daha uzatılmasını öngören kararnameyi onayladı. Yeni START anlaşmasını 5 Şubat 2026’ya kadar uzatma önerisi ABD Başkanı Biden tarafından henüz resmi olarak göreve başlamadan dile getirilmiş, kampanya sürecinde de Biden Rusya ile ilişkileri geliştirme, normalleştirme amacında olduğunu ifade etmişti. [Anlaşma tarafların karşılıklı olarak stratejik nükleer savaş başlıklarını 1550 adede, balistik füze ve nükleer silah taşıyabilen bombardıman uçağı sayısını 700'e, fırlatma rampası, denizaltı ve bombardıman uçağı sayısını ise 800'e düşürmelerini öngörüyor. Fırlatmaya hazır olmayan füze sayısında ise bir sınırlama bulunmasa da, bunların üretiminin ve konuşlandırılmasının sıkı uluslararası denetim altında yürütülmesini kapsıyor.] Biden yönetiminin Rusya’ya yönelik Magnitsky yasası kapsamındaki CAATSA yaptırımlarını azaltma ya da kaldırma yönünde bir adım atması şu anda pek mümkün görünmüyor. Ancak ikili ilişkilerin ve temasların düzenli olarak sürdürülmesi mutabakatı bu açıdan yeni bir olumlu zemin hazırlayabilir. Bu arada Washington’dan yapılan açıklamada bir başka alanda da ilerleme kaydedildiği ve resmi prosedürlerin devam ettiği, kısa sürede tamamlanmasının beklendiği dile getirildi. Bu konu nükleer füze cephaneliklerinin karşılıklı olarak sınırlandırılmasına yönelik uluslararası mekanizmaların oluşturulmasını içeriyor. Dünyada güvenin tesisi açısından oldukça kritik görülen nükleer füze cephaneliklerinin sınırlandırılması konusunda da bir mutabakat sağlanabilirse bu çok önemli bir adım olacaktır. Biden yönetiminin Rusya ile ilk resmi temasta böyle bir adım atması ve tarafların anlaşmayı uzatması, uluslararası gerilimlerin azaltılması, savaş tehditlerinin azalması kritik önemde bir gelişmedir. Avrupa’nın ve dolayısıyla ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyanın güvenliği, barışın korunması açısından ülkemiz, bölgemiz ve Dünya Barışı adına olumlu bir gelişmedir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 9 6. Kosova ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler bugün (1 Şubat) imzalanacak resmi anlaşmayla başlatılıyor. İsrail, Arap ülkeleriyle art arda imzaladığı normalleşme anlaşmalarının ardından Kosova anlaşmasıyla Balkanlarda da siyasi ve diplomatik varlığını resmileştirdi. Türkiye, Sırbistan ve Kosova’nın Büyükelçiliklerinin Kudüs’e taşınmasından duyulan rahatsızlığı Kosova ve Sırbistan liderlerine iletmesine karşın, etkili olamadı! Kosova ve İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin başlatılmasına yönelik anlaşma 1 Şubat'ta çevrim içi video konferans ile düzenlenecek resmi tören ile Kosova Dışişleri ve Diaspora Bakanı İsrail Dışişleri Bakanı tarafından imzalanacak. Bu anlaşmayla 2008 yılında Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan eden Kosova’nın İsrail tarafından tanınmasının Kosovoa’nın en önemli ‘tarihi ve diplomatik başarısı’ olduğu bunun ABD sayesinde gerçekleştiği açıklamada dile getirildi. Kosova, Yugoslavya iç savaşı sonrasında 2008'de Sırbistan'dan ayrılıp tek taraflı bağımsızlığını ilan etse de Sırbistan Kosova'yı hala kendi toprağı olarak görmeye devam ediyor. Trump’ın girişimiyle gerçekleşen bu anlaşmalarla Sırbistan Kosova’yı da tanımış oldu, siyasi-ekonomik ilişki kurmayı kabul etti. Kosova’nın bağımsızlığını ilk tanıyan ülkelerden birisi Türkiye idi. Dolayısıyla Türkiye’nin Balkan politikası açısından gerek Arnavutluk, Yukarı Makedonya, gerekse Bosna Hersek, Sırbistan, Karadağ gibi eski Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya çıkan ülkeler stratejik ve ekonomik-siyasi etkinlik açısından önemli. Türkiye halen İsviçre’den sonra Kosova’da en büyük yatırımları olan ikinci ülke konumunda ve Kosova ekonomisine, altyapısına, enerji-ulaşım sistemlerine ciddi yatırım katkıları sağladı. Benzer durum Sırbistan ve Karadağ için de söz konusu. Son dönemde AB tarafından da ‘Batı Balkanlar’ stratejisi çerçevesinde bu ülkelerle tam üyelik, AB’nin ekonomik-siyasi etki alanına girmeleri yönünde peş peşe hamleler gerçekleştiriliyor. Slav kökeni nedeniyle Rusya başta Sırbistan olmak üzere bölgede etkinliğini artırırken, Çin de milyarlarca dolarlık demiryolu, otoyol, liman, telekomünikasyon sistemleri vb. yatırımlarla Balkanlarda etkinliğini artırıyor. Şimdi bu rekabete ABD desteğiyle İsrail de katılıyor. Bu son gelişmelerin ışığında Balkanlarda izlenen politikalarda Rusya, Çin, AB rekabetine İsrail’in de eklenmesini göz önünde bulundurarak yeni bir strateji geliştirilmesi, ağırlıkla dini yakınlık üzerine inşa edilen diplomasinin daha akılcı ve gerçekçi bir boyuta taşınması elzem görünmektedir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 10 7. AİHM, 2020 yılı dava, duruşma ve ihlallere ilişkin olarak bir rapor açıkladı. Türkiye’nin uluslararası yargıda insan hakları ihlalleri, adil yargılanma hakkı ve diğer kriterlerde hızla gerilediğini, dava başvurularında büyük artış olduğunu ortaya koydu. Hak ihlalleri ve mahkûmiyet kararlarında Rusya ile yarışan Türkiye açısından bu tablo, adaletsizliğin ve hak ihlallerinin ulaştığı hukuki çöküşü açık biçimde sergilemektedir! Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Strasbourg’taki merkezinde düzenlenen toplantı ile her yıl olduğu gibi uluslararası yüksek mahkemenin 2020 yılı bilançosu ve ülkeler açısından son bir yılın verileri açıklandı. İş yükünün büyük bölümünü Rusya, Türkiye, Ukrayna, Romanya ve İtalya kaynaklı dava başvuruları oluşturdu. AİHM’nin 2020 yılı dava-dosya bilançosuna göre; - Rusya, 13 bin 800 dava başvurusuyla (% 22,4) ilk sırada, Türkiye, 11 bin 150 dava başvurusuyla (% 18,1) ikinci sırada yer alıyor. Türkiye'den gelen başvurular bir yıl öncesine oranla yüzde 27 artış gösterdi. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türk mahkemeleri gündemine gelen davaların sonuçlanmaya başlamasıyla, adil yargılanma, haksız tutuklama ve mahkûmiyet ve diğer ihlallerde iç hukuk yollarının tüketilmesi sonrasında AİHM’ye yapılan başvurular artışı hızlandırdı. En fazla ihlal kararı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 5'inci (özgürlük ve güvenlik hakkı) ve 6'ncı (adil yargılanma hakkı) maddeleri temelinde verildi. Adil yargılanma hakkı temelinde 287, özgürlük ve güvenlik hakkı temelinde ise 208 ihlal kararı açıklandı. Türkiye, AİHM’nin kuruluşundan bu yana 1959-2020 yılları arasında 3309 davada hak ihlalinden mahkûmiyet ile birinci sırada yer alıyor. Nüfusa kıyasla dava ve karar konusunda da Türkiye’nin karnesi oldukça kötü. Türkiye’de her 10 bin kişide 1.09 kişi AİHM kararına konu olurken, 47 üyeli Avrupa Konseyi ortalaması ise 0,50 kişi. Türkiye nüfusa kıyasla açılan hak ihlali davalarında Avrupa Konseyi ortalamasının iki katının da üzerinde. Bu da ülkemizde verilen kararların adaletli olmadığının yaygın bir görüntü arz ettiğini, nihai hak arama mahkemesi olan AİHM’ye dava açıldığını gösteriyor. Türkiye’nin imzaladığı uluslararası anlaşma ve sözleşmelere rağmen sergilenen bu tutum, saygınlık, güvenilirlik ve hukuk devletine bağlılık açısından hiçbir yurttaşın güvencesinin olmadığının dünyaya ilanıdır. Göstermelik reform söylemleri ve vaatleri karşısında Türkiye’nin yargı bağımsızlığı, hukuk ilkelerine uyum ve bağlılık, mahkemelerin tarafsızlığı alanındaki güncel somut gerçeği budur! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 11 8. Cep telefonu ithalinde yapılan vergi artışları ardından teşvik mevzuatında değişikliğe gidilerek TÜRKİYE’DE MONTAJ TELEFON ÜRETECEK MARKALARA 31 Ağustos’a kadar gümrük muafiyeti, teşvik ve istisnalar tanındı. İktidarın yerli üretim diye savunduğu yerli üretimi bitirecek ve ülkemizi eski teknolojili montaj telefon pazarına dönüştürecek bu adımdan ivedilikle vazgeçilmelidir! Son günlerde Türkiye pazarında büyük paya sahip bazı cep telefonu firmalarının Türkiye’de tesis kurup üretim yapma kararı almaları dikkat çekiyor. Bu kararın arkasında geçtiğimiz ay teşvik mevzuatında yapılan bir değişiklik yatıyor. Onun öncesinde yine alınan bir kararla cep telefonu ithalinde 200 doların altında fiyattan yapılan ithalatın 200 dolar üzerinden vergilendirilmesi kararı alınarak cep telefonlarında vergiler yükseltilmişti. Kur artışlarıyla birlikte en ucuz cep telefonunun fiyatı da 3-4 bin TL arası fiyatlara yükseldi. İktidar bu kararı ithalatı kısmak, döviz rezervlerindeki erimeyi yavaşlatmak amacıyla aldı. Ancak ‘Ekonomide yeni dönem’ söylemiyle CB Erdoğan’ın, yabancı yatırımların önünü açacak düzenlemelere gidileceğini ifade etmesinden sonra teşvik mevzuatında yapılan bir değişiklikle, teşvik belgesi kapsamında demonte olarak ithal edilip montajı Türkiye’de yapılacak cep telefonu parçalarına 31 Ağustos 2021 tarihine kadar vergi muafiyeti getirildi. Bu karardan sonra Güney Koreli Samsung, Çinli Oppo, Xiaomi, ViVo gibi markalar, Türkiye’de montaj üretime geçeceklerini duyurdular. Nitekim geçen hafta bu çerçevede 125 milyon TL’lik ilk yatırım teşvik belgesi Oppo’ya verildi. İktidar, bu vergi muafiyetleri ve teşviklerle yabancı markaların Türkiye’de yerli üretime geçeceklerini öne sürerek, Türkiye’ye teknoloji ve AR-GE geleceğini savunuyor. Bu tamamıyla Türkiye pazarını kaybetmemek, pazar paylarını büyütmek isteyen markalar için montaj tesisi kurmaktan öte bir şey değil. Kurulacak bu montaj tesislerinde 1500-2000 kişiye istihdam yaratılacağı dile getiriliyor. Ne istihdamı, bu firmalar belki de artık ıskartaya çıkartacakları eski makineleri gümrüksüz olarak Türkiye’ye getirip, kiralayacakları hangarlarda, yine kendi ülkelerinde ürettikleri parçaları gümrüksüz olarak ithal edip, ülkemizde montajını yaparak satacaklar. Dünyada 5G cep telefonu teknolojisine geçilen bir süreçte eski modellerin montaj üretimine teşvik vermek ne ülkemize yüksek teknoloji transferi sağlayacaktır ne de bu telefonlar yerli üretim olacaktır. Kaldı ki zaten Çin’de, Güney Kore’de üretilen hazır parçalar getirilerek montajı yapılacağı için, teknoloji transferi de söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’ye know how ve teknoloji transferi olacağı tezi gerçeği yansıtmamaktadır! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 12 9. İktidar, yılda 12 milyon adedi aşan, 60-70 milyar dolara ulaşan cep telefonu ithalatıyla üretici markalar açısından ciddi bir pazar olan Türkiye'nin, ödediği yüksek meblağ nedeniyle vergi artışlarıyla ithalatı kısmaya yönelirken; montaj parça ithalatına gümrük muafiyeti getirmesi, büyük çelişkidir. Türkiye’de markaların YERLİ ÜRETİME geçeceğini savunan iktidar, yerli ve milli cep telefonunun 24 yıl önce üretildiğinden bihaber! Dünyada üretilen ilk cep telefonlarıyla eş zamanlı olarak 1997 yılında Aselsan tarafından ‘Aselsan 1919’ cep telefonu üretildi. Sonrasında Raks, Vestel gibi yerli şirketler bazı parçaları yurt dışından ithal edilse de R220 ve Venüs adı altında yerli cep telefonları ürettiler. O dönemde bu iki kuruluş dünyadaki ilk beş cep telefonu üreticileri arasındaydı. Bu üretimler desteklenip, teşvik edilseydi belki de bugün Aselsan ve Raks Samsung veya Apple’dan da önde olacaklardı. Bu kaynaklar ve muafiyetler, yerli üreticilerin bir araya getirilerek yerli teknoloji geliştirilmesine harcanmalıdır. Şu anda Casper’ın ürettiği VIA, Başarı Elektronik’in ürettiği Kaan, General Mobile’nin Reeder ve diğer yerli üretim modelleri ve markaları desteklenerek bu alanda yerli teknolojinin geliştirilmesi, AR-GE yatırımları yapılmasına katkı verilmelidir. Aksi halde iktidarın yerli üretim diye savunduğu bu montaj tesislerde üretecekleri eski model ve teknolojili telefonları, parçalarını gümrüksüz getirdikleri için çok daha ucuza satarak pazar paylarını büyütecek olan markalar karşısında, kısıtlı imkânlarla direnen yerli birkaç marka hızla yok olup gidecektir. İktidar bu markaların Türkiye’de montaj üretimini, coğrafi konum ve çevre pazarlara yapılacak ihracat açısından cazip gördükleri için tercih ettiklerini ifade ediyor. Cep telefonları üzerinde yüzde 80’i aşan bir vergi söz konusu olduğu düşünülürse, montaj cep telefonlarına sağlanan bu vergi avantajlarıyla aynı zamanda ek vergi geliri kayıpları da söz konusu olacaktır. Bir başka handikap montaj üretim için teşvik belgesi başvurusu yapan ve teşvik alan markalar Çinli üreticilerdir. ABD-ÇİN ticaret savaşları çerçevesinde her an yaptırıma uğramaları muhtemeldir. Türkiye’de montaj üretim yapacağı belirtilen Çinli markalar ABD yaptırımları kapsamına alınabilir ve dolaylı olarak Türkiye’yi de yaptırım kapsamına sokabilir. İktidar bu mevzuat değişikliği ve gümrük muafiyeti ile Ağustos sonuna kadar milyonlarca parçayı vergisiz getirerek Türkiye’de stoklayacak ve bunları montajlayarak daha düşük fiyatla iç pazarda satışa sunarak payını büyütecek bazı markalara, dolaylı ve doğrudan kaynak aktarmış ve direnen yerli üretici markalar karşısında haksız avantaj sağlamış olmaktadır ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 13 10. Merkez Bankası 2021 yılının ilk enflasyon raporunda, yılsonu enflasyon beklentisini değiştirmeksizin yüzde 9,4’te tuttu. Sıkı para politikasının sürdürüleceğini açıkladı. Enflasyonda düşüş ve fiyat istikrarı sağlanmadan faizlerde indirimin erken olacağını ifade eden Başkan Naci Ağbal, faiz artışlarının devam ettirileceğinin de işaretini verdi! Merkez Bankası (MB) Başkanı Naci Ağbal bu yılın ilk enflasyon raporu toplantısında para politikasında sıkı duruşun uzun süre devam edeceğini vurgularken, 2021 yılında enflasyonun önce kontrol altına alınması sonra fiyat istikrarının sağlanması için sıkı para politikasının devam ettirileceğini ifade etti. MB, 2021’in ilk enflasyon raporunda 2020 Ekim raporundaki enflasyon hedeflerini koruduğunu revize etmeye gerek duymadığını vurgularken, 2021 yılsonu için yüzde 9,4, 2022 yılsonu için yüzde 7 ve 2023 yılsonunda yüzde 5 enflasyon hedeflendiği açıklandı. Sıkılaştırılmış para politikasının 2023’e kadar uzun süre tavizsiz devam ettirilerek yüzde 5 enflasyon hedefinin yakalanacağını dile getiren MB Başkanı, faizlerin uzun süre düşmeyeceğini, ucuz kredi döneminin geride kaldığını, kredi hacminde bir artış ve genişleme olmayacağını söylüyor. Enflasyonda düşüş ve fiyat istikrarı sağlanana kadar da gerekirse yeni politika faizi artışlarına gitmekten kaçınmayacaklarını vurguluyor. Para politikasındaki bu sıkı duruşla, 2023'e kadar ülke risk priminin düşmesi, TL tasarruflarının özendirilmesi, ters para ikamesinin başlaması, döviz rezervlerinin artış eğilimine girmesi ve finansman maliyetlerinin kalıcı olarak gerilemesi öngörülüyor. Fiyat istikrarı ve enflasyon hedeflemesinde başarıya ulaşmada toplumun tüm katmanlarının ve ekonomideki tüm aktörlerin bunu sahiplenmesinin ön koşul olduğunu belirten MB Başkanının değerlendirmeleri, önemli bir uyarı niteliğinde! MB Başkanı Ağbal, ekonomi yönetimine ve CB Erdoğan’a da ‘bizden tek haneli enflasyon, enflasyonun düşmesi, fiyat istikrarı, TL’ye güven duyulmaya başlanmasını, döviz rezervlerimizin artışa geçmesini, ülkeye yabancı yatırım sermayesi gelmesini bekliyorsanız, işimize fazla karışmayın. İkide bir faizi düşür diyerek, bu faizle yatırım olmaz diye çıkış yaparak, yabancı ve yerli yatırımcıyı ürküterek önümüze çıkmayın’ mesajını dolaylı olarak vermiş oldu. MB Başkanının açıklamaları uluslararası piyasalar ve yatırımcılar tarafından olumlu karşılansa da beraberinde MB’nin güven tazelemesinin daha uzun zaman alacağı görüşleri dile getirildi. O yüzden de MB’nin 2021 yılının ilk enflasyon raporunu bir iyi niyet belgesi olarak değerlendiriyorum. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 14 11. IMF’nin 4. madde konsültasyonu çerçevesinde Türkiye ekonomisine ilişkin yaptığı denetim ve incelemelerin sonucunda açıkladığı tespit ve tavsiyelere bakıldığında ‘EKONOMİDE YENİ DÖNEM’ diye ilan edilen sürecin ve uygulamaya konulan politikaların bir IMF programı olduğu anlaşılıyor. MB Başkanı Naci Ağbal’ın Ocak 2021 Enflasyon Raporu sunuşundaki ifadeleri IMF RAPORUYLA BİREBİR ÖRTÜŞÜYOR! Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından üye ülkelerin ekonomileriyle ilgili gerçekleştirilen 4. Madde Konsültasyonu çerçevesinde IMF Türkiye Masası tarafından yapılan inceleme ve denetimlerin sonuçlarında hazırlanan ön rapor geçtiğimiz hafta açıklandı. Türkiye raporunun kapsamlı açıklaması ise İcra Direktörleri Kurulu’nun onayından sonra yapılacak. Duyurulan ön raporda IMF uzmanları oldukça önemli ve kritik saptamalarda, uyarılarda bulunuyorlar. İktidar medyası ağırlıkla IMF’nin Türkiye’nin bu yıl yüzde 6 büyüyeceğini, büyüme tahminini yukarı çektiğini duyurdu; uyarı ve eleştirileri, riskleri görmezlikten geldi, çarpıcı tespitler arasında uyarılara yer vermedi. IMF’nin tespitlerinde Türkiye ekonomisinin son 10 yılda ağırlıkla yurt dışından sağlanan ve fonlanan krediler yanında, talebi artırıcı teşviklerle büyüdüğü, bunun sonucunda da dış finansman ihtiyacının arttığı, rezervlerin azaldığı, yüksek enflasyonun ortaya çıktığı ve nihayet TL’den kaçışla, büyük çaplı dolarizasyon yaşandığı yer alıyor. - Bu risk yönü ağır basan tabloyla oluşan sorunların Türkiye’yi diğer gelişmekte olan gelişmekte olan ülkelerden negatif olarak ayrıştırdığı vurgulanıyor. Salgın sürecinde ekonomide dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de bozulma yaşandığı ancak buna karşı alınan kararlar ve uygulamaya konulan düzenlemelerle hızlı kredi genişlemesine, parasal genişlemeye dayalı politikaların devreye sokulduğu, belirtilen IMF değerlendirmesinde; “Bu önlemler ekonominin üçüncü çeyrekte güçlü biçimde sıçramasını sağladı. Ama izlenen politika mevcut kırılganlıkları daha da ağırlaştırdı. Enflasyon hedefin üzerinde kalarak ekonomi politikasının itibarını daha da zedeledi. Dolarizasyon güçlendi, ithalat arttı, Türkiye’den sermaye kaçışı hızlandı. Bunlar TL’deki değer kaybına büyütünce de döviz piyasasına büyük ölçekli müdahaleler yapıldı” deniliyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 01 ŞUBAT 2021 15 Bu politikaların kırılganlığı ve krizi derinleştirmesi üzerime, 2020’nin sonunda para politikasının sıkılaştırıldığı, kamu bankalarının kredilerinin yavaşladığı vurgulanan tespitlerde, bu sayede TL üzerindeki baskının azaldığı ancak MB rezervlerinin eksiye düşerek gelişmekte olan pek çok ülkenin altında kaldığı ifade ediliyor. Raporda ayrıca IMF’nin Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinin şeffaf olmadığına dikkat çekildi. Bu projelerin denetimi ve yönetiminin sıkılaştırılması, sözleşmelerdeki garantilerin şeffaflaştırılmasını gündeme getiren IMF’nin tavsiyeleri arasında yer aldığı anlaşılıyor
İlginizi Çekebilir